Prof. Yaşar Özdemir

Hoş geldiniz!

Üyelik Girişi
Site Haritası
Takvim

Ağrı'dan İstanbul'a

Ağrı ilinin Doğu Beyazıt ilçesinde 15 mart 1932 tarihinde , babam  HAKKI ve ANNEM LATİFE ÖZDEMİR ‘ lerin ikinci çocukları olarak dünyaya gelmişim.Ailenin birinci çocuğu doğum sonrası vefat etmiş olduğu için , benim içinde oluşan korkuları dolayısıyla inşallah yaşar diyerek bana YAŞAR adını vermişler .Bugün 80 yaşında bu satırları yazarken nedenini bilmediğim bir burukluk yaşıyorum ve her şeyimi borçlu olduğum , babamı , iki defa hacı olmuş annemi minnet ve şükranla anıyorum ve kendilerine rahmet diliyorum.

   Babamın tam olarak öğrenim durumunu bilmiyorum. Ancak cumhuriyet döneminde açılan yeni Türkçe kurslarına katıldığını, ardışık birkaç kursu başarı ile bitirdiğini, gösteren bir belge aldığını zevkle anlatırdı. Annem ise okula gidişinin ilk haftasında bir kız öğrencinin falakaya yatırılıp dövüldüğünü görünce,okuldan kaçtığını , birkaç gün evdeki yüklükte saklandığını ve bir daha okula,tüm aile bireylerinin zorlamalarına rağmen,hüngür hüngür ağladığını,bir daha okula  gitmediğini pişmanlık belirtileri içinde hikaye eder ve bu sebeple cahil kaldım derdi.

 

 ABDULLAH ÇAMLIBEL

    Babam girdiği sınav sonucunda , ilin merkez ilçesi olan DOĞU BEYAZIT ‘a çok yakın olan KIZILDİZE köyündeki gümrüğe gümrük kolcusu olarak atanmıştı.Babamın bu görevi dolayısıyla köyde kiralanan müstakil bir evde ikamet ediyorduk.Evin büyük bir odası,içinde tandırı bulunan bir mutfağı,birde kileri vardı.köy dümdüz bir ovada kurulu idi.

Oldukça geniş ve uzun bir nehir köyü ikiye bölüyordu.Nehrin üst alt tarafında ekime müsait tarlalar,üst tarafında iş ve ikamet yerleri bulunuyordu.Köyde biri daha büyük , iki küçük dağ ,büyükçe bir gümrük binası ,tek sınıflı ve lojmanlı küçücük ilk okulu ,birde kışlası vardı.1939-1940 yılında bu okulda öğrenci oldum.Birinci ve ikinci sınıfın toplam altı öğrencisi sınıfın bir tarafında ,üç,dört ve beşinci sınıfların toplam 14 öğrencisi sınıfın diğer tarafında bulunan öğrenci sıralarında oturuyorlardı.öğretmenimiz kısa boylu,tombul ve neşeli birisiydi.Öğretmenimizin bir kızı vardı .Ben (1932),İsmet (1934), Durgut (1937) Yıldız (1939)olmak üzere dört kardeştik.

   Kızıldize gümrük müdürü olan Abdullah Çamlıbel 1940 yılının temmuz ayında İstanbul’ a tayin edilmişti. Babamı makamına davet eden müdür babama “Hakkı Bey sen bu çocukları burada ziyan edersin diyerek, senin de İstanbul’a tayinini isteyeyim mi? “ diye sormuş. Babam “Siz nasıl uygun görürseniz öyle olsun kabul ediyorum” demiş. Bunun üzerine gerekli işlemleri başlatan müdür, temmuz sonunda babama İstanbul ‘a tayin edildiği müjdesini verir.

   Babam İstanbul’daki görevine bir ay içinde başlaması gerekiyordu. Bunun için yolculuk hazırlıklarına hemen başlandı. Bir hafta içinde bütün hazırlıklar tamamlanmış ve yola çıkılacak hale gelinmişti. Babamın Doğu Beyazıt’ tan kiraladığı kamyon evin önüne büyük bir gürültü ile gelmişti.Hep beraber dışarı çıktık.İlk defa gördüğümüz bu gürültülü şeyin etrafında kardeşler ve koşuşup gelen komşu çocukları ile dolanıp duruyorduk.Stop diye bir ses duyduk,akabinde kamyonun gürültüsü kesiliverdi.Komşuların da yardımı ile daha önce hazırlanmış eşyalarımız kamyona yüklendi.vedalaşma faslından sonra bizlerde eşyaların arasında uygun yerlere yerleştirildik.Bağrışmalar,ağlaşmalar,el sallamalar arasında kamyon homurdanarak hareket etti.Klakson çalarak KIZILDİZE’ yi terk eden kamyonun ilk hedefi  ERZURUM idi .

   Şehre vardıktan sonra, kamyon şoförü bize aşağı inebilirsiniz dedi ve ekledi: “Ben şimdi kamyonun bakımını yaptırmağa gideceğim. Sizde bu süre içinde yemeklerinizi yiyin, alışverişimizi yapın ve eğer isterseniz buraya yakın yerleri gezin fakat çok uzaklara gitmeyin, kaybolursunuz”  dedi ve gitti. Babam biraz etrafı tetkik ettikten sonra, bizi lokanta denen bir yere götürdü. Burada aile olarak ilk defa evimiz dışında yemek yedik. Lokantadan çıktıktan sonra, babam bizi bir saat kadar etrafta dolaştırdıktan sonra kahvehane denen bir yere götürdü. “Çay, kahve, nargile” diye bağıran gence seslenerek “bize de çay getir” diye seslendi. Getirilen ve bittikçe tekrarlanan çayları zevkle içtik. Babam bize dönerek, haydi çocuklar dışarı çıkın, gezinin, oyun oynayın demesine rağmen yerimizden kımıldamadık bile. Çünkü büyük şehirden, gürültüsünden, yüksek binalarından, gelen ve giden insan kalabalığından ürkmüş, hatta korkmuş, yerimizden kımıldayamaz hale gelmiştik.

   Nihayet kamyonumuz gelmişti. Şoför gelip bizi buldu ve şimdi yolculuk zamanı, haydi kamyona dedi. Hemen kalktık şoför ile birlikte kamyonun olduğu yere vardık ve kamyondaki eşyalarımızın arasındaki yerlerimize yerleştik. Kamyondaki yerini alan şoför motoru çalıştırarak kamyonu hareket ettirdi. Yine klakson çalarak bu defa Erzurum’ u terk eden kamyonun ikinci hedefi TRABZON idi.                             

   Nihayet kamyonumuz gelmişti. Şoför gelip bizi buldu ve şimdi yolculuk zamanı, haydi kamyona dedi. Hemen kalktık şoför ile birlikte kamyonun olduğu yere vardık ve kamyondaki eşyalarımızın arasındaki yerlerimize yerleştik.Kamyondaki yerini alan şoför motoru çalıştırarak kamyonu hareket ettirdi.Yine klakson çalarak.bu defa Erzurum’ u terk eden kamyonun ikinci hedefi TRABZON idi.

   Uzun bir yolculuktan sonra Trabzon’a varmıştık.  Babam bizi yine bir kahvehaneye götürdü ve bize siz burada biraz oturun, çaylarınızı için dedikten sonra, kamyondaki eşyalarımızı ilgili yere teslim etmek üzere kamyona binerek gitti. Hemen belirtmeliyim ki tiryakisi olduğumuz ve de çok sevdiğimiz demli çaylarımızı zevkle içtik. Bir müddet sonra babam geldi ve hep birlikte yemek yenmek üzere bir aşçıya gittik. Aşçı denize yakın bir yerdeydi. İlk defa gördüğüm denizden ve kıyıya vurduğu dalgaların çıkardığı seslerden hem çok etkilenmiş hem de çok korkmuştum. Dalgalar gidip gelip kıyılara vurmakla yetinmiyor aynı zamanda göklere doğru yükseliyordu. Yemek sonrası birlikte kıyıya doğru yürüdük ve kıyıya kalın iplerle bağlanmış ,o zamana kadar hiç görmediğim kayık veya sandalların önünde durduk.Babam sandalcı ile pazarlık anlaştıktan sonra bize döndü : Haydi binin dedi.İşte o zaman gerçekten korktuğumu anladım ve babama sandala binmesek olmaz mı dedim. Babam güldü ve kolunu denize doğru uzatarak, kıyıdan epeyce uzakta olan, yine ilk defa gördüğüm vapuru gösterdi. Sandal bizi vapura, vapurda bizi İSTANBUL’ a götürecek diye ekledi. Çaresiz sandala bindik. Sandal Sağa sola yalpa yaparak ve metrelerce göğe doğru yükselerek. Sonrasında tekrar yere doğru düşerek vapura doğru ilerliyordu. O sırada babamın belindeki palaska denen resmi kemeri denize düştü. Sandaldaki bize eşlik eden gençlerden biri dalıp palaskanızı denizden çıkartayım mı dedi. Ancak babam olur vermedi. Amma ben hala o gencin palaskayı denizden çıkartıp çıkaramayacağını merak ederim. Sandaldaki iki gencin ve vapur personellerinin candan yardımları ile vapura bindik.   Vapur görevlilerinin yardımları ile bizden önce vapura yüklenen eşyalarımızın yanına götürüldük. Görevlilerden biri yeriniz burası dedi ve hayırlı yolculuklar diledi. Hepimiz biraz korku, birazda şaşkınlık içinde, annemin yere serdiği bir kilim üzerine oturduk. Birkaç saatlik dinlenmemizin ardında, vapur siren çalarak hareket etti. Vapurun hedefi, bizim varmak istediğimiz İSTANBUL idi.

   Vapur sabahın erken saatlerinde Eminönü iskelelerinden birine yanaşmıştı. O zamanlar deniz kıyısında var olan çok katlı büyük gümrük binaları vapurun önünü kapattığından, sadece binaların arka cephesi görülebiliyordu. Babam, uzun bir bekleyişten sonra,haydi gidiyoruz komutunu verdi.Hazır beklediğimiz için hemen toparlandık ve vapuru terk ettik.Gümrük binalarını aşınca Eminönü meydanına çıktık.Mahşeri bir kalabalık vardı.Sonradan tramvay olduğunu öğrendiğim renkli  vasıtalar ve diğerleri ,durup yolcu alıyor veya indiriyor,vızır vızır gidip geliyorlardı.Babam şimdi anımsamadığım bir vasıtaya bindirerek Çemberlitaş‘ a geldik.Babamın elinde gümrük müdürü Abdullah Çamlıbel ‘ in adresi vardı.Adres çok kolaydı,hemen bulduk. Bize kapıyı  müdür beyin annesi açtı .Geleceğimizden haberi olduğunu belirtti ve saatlerdir sizleri sabırsızlıkla bekliyordum dedi.Evleri üç katlı villa tipinde şirin bir binaydı.Size üçüncü katı hazırladım,buyurun çıkalım,yemek vaktine kadar dinlenin dedi. 

   Öğle yemeği için yapılan davet üzerine,birinci katta olduğu söylenen yemek odasına indik. Özene bezene hazırlanmış, köydeki evimizde görmeğe alışkın olmadığımız çoklukta tabak,çatal,kaşık,bıçak ve bardaklarla donatılmış masaya ;hanım efendinin işaret ettiği yerlere oturduk.Yemek esnasında hanımefendi gerek yemekler hakkında gerek ise İstanbul hakkında bilgiler veriyordu.Böylece bizim çekingenliğimizi Üzerimizden atmamızı istiyordu. Sanırım yemek süreci bizim için ne kadar zevkli geçti ise de hanım efendi için suskunluğumuz nedeniyle, o kadar zevkli geçmediğini sanıyorum. İsmini hatırlamadığım hanımefendi Uzun yıllar bizimle ilgisini kesmedi. Sayın Abdullah Çamlıbel  ve annesini bu gün anılarımı yazmak vesilesiyle yeniden anımsarken, kendilerine tekrar rahmet diliyorum ve minnet ve şükranlarımı arz ediyorum. Bundan böyle Çamlıbel hanımefendiye cici anne diyeceğim.

                                                         EV ARIYORUZ  

   Hemen ev arama başlanıldı. Köyde oturduğumuz eve benzer bir ev kiralamak hayal idi. Bulunan yerler ya pahalı olduğundan tutulamıyordu, ya da kirası uygun olanlar da bize,  mal sahibi tarafından dört çocuklu bir aile olduğumuz için kiralanmıyordu. Bu çile iki ay kadar sürdü. Nihayet Eminönü ilçesinin Küçük pazar semtinde bir oda kiralayabildik. Cici annemiz ,  kiralanan yerin küçük ve kendisine uzak olması nedeniyle pek memnun olmamıştı : Ben çocukları sıksık  göremiyecek mi yim ? Diyordu. Babam Abdullah beye ‘ hitaben müdürüm  , biz buraya taşınalım,daha sonra, daha yakın bir yer bulursak oraya taşınırız ‘ dedi. Hafta sonunda kiralanan yeni evimize taşınma kararını aldık ve taşındık. Böylece İstanbul yaşamımız,  Küçükpazar da ki  bir odada başlıyordu.